Title: SUÇUN MANEVİ ( SÜBJEKTİF ) UNSURLARI
Reviewed by Av. Tuğsan YILMAZ on Jun 16
Rating: 5.0

Belirtmekte fayda vardır ki, doktrinde tartışılmaya devam eden, unsurları ve izahı ile ilgili onlarca kitap yazılan suçun manevi unsurlarını bir-iki satır yahut sayfa ile açıklamak mümkün olmamakla birlikte basit bir biçimde kısa bir izahının yapılmasında fayda görmekteyim.

Bir davranışın haksızlık niteliğini kazanabilmesi için, suçun maddi unsurlarının yanında manevi unsurlarını da içeriğinde barındırması gerekmektedir. Ancak bu halde tipik haksızlık oluşabilir ve fiil ile fail arasında bir bağ kurularak suç faile isnat edilebilir.

Türk Ceza Kanunu’nun 21. maddesi gereği “Suçun oluşması kastın varlığına bağlıdır.” Bu hüküm suçun varlığı için kural olarak kastın bulunması gerektiğini açıkça ortaya koymaktadır. Salt bu hükme baktığımızda her suç için tipikliğin meydana gelmesinde kast aranır denilebilirse de Türk Ceza Kanunu’nun 22. maddesi “Taksirle işlenen fiiller, kanunun açıkça belirttiği hallerde cezalandırılır” şeklinde hüküm içerdiğinden, failin kastı olmasa da taksirle dahi tipiklik unsurunun gerçekleşeceği hüküm altına alınmıştır. Ancak failin taksir nedeniyle cezalandırılabilmesi, kanunda bu konuda açık hüküm bulunmasına bağlanmıştır.

A.       KAST

Türk Ceza Kanunu’nun 21. maddesinde kast, “suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek işlenmesi” şeklinde tanımlanmıştır. O halde, kanunumuz düzenlemesine göre de, kastın varlığı için failin hem suçun kanuni tanımında yer alan unsurlar bakımından bilgiye sahip olması ( bilme ), hem de bu unsurların gerçekleşmesini istemesi gerekmektedir.

Suçun kanuni tanımındaki haksızlığın tüm unsurlarının somut olayda gerçekleştiğini bilen ve tipi gerçekleştirmeye yönelik olarak hareken eden fail kasten hareket etmektedir. Yani failin kasten hareket ettiğinin kabulü için suçun maddi unsurlarını içeriğinde barındıran bilinçli bir karar vermesi gerekmektedir. Ancak bu karar, failin doğru olduğunu düşündüğü şeyi yapması olarak anlaşılmamalıdır. Fail başkasına zarar vereceğinin farkında olsa da tipik hareketi yapmaktan çekinmemektedir.  Örneğin; başkasının evine giren fail o evin ve içindeki eşyaların kendisine ait olmadığını bilmekte ve buna rağmen eşyaları zilyetliğine geçirmektedir. Böylece failin cezalandırılabilmesi için tipik haksızlık oluşmaktadır. Doktrinde kimi yazarlar ise kastın varlığı açısından isteme unsurunun varlığını aramamaktadır.

KASTIN TÜRLERİ

a.       Doğrudan Kast

Bir suçun işlenmesini kararlaştıran failin bu suçun kanuni tanımındaki maddi unsurların mevcut olduğunu veya fiilin icrası sırasında gerçekleşeceğini ve özellikle suç tipindeki aranan neticenin meydana geleceğini kesin olarak öngörmesi halinde doğrudan kast söz konusu olur. Başka bir ifadeyle, failin suçun kanuni tanımındaki tipiklik unsurunu karşılayan hareketi bilerek yapması ve hareketinin neticelerini bilmesi veya en azından hayatın olağan akışına göre öngörerek hareket etmesi halinde doğrudan kastla hareket etmiş olur. Örneğin; A’ yı öldürmek kastıyla A’ nın bindiği uçağa bomba koyan fail, Bombanın patlayacağı anda uçağın içindeki diğer kişilerin de öleceğini bilmektedir. O halde failin uçağın içindeki herkes açısından doğrudan kastının varlığı kabul edilmelidir.

b.      Olası Kast

Türk Ceza Kanunu’nun 21. maddesinin 2. bendinde olası kast, “Kişinin suçun kanuni tanımdaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi halinde olası kast vardır.” şeklinde tanımlanmıştır. Öyleyse olası kastı failin fiili işlemesi halinde gerçekleşecek olan neticeyi en azından öngörmesi ve fakat kabullenmesi olarak tanımlayabiliriz.

Fail hareketinin muhtemel sonuçlarını önleyebileceğini düşünerek hareket etmeden, ‘olursa olsun’ diyerek fiilin sonuçlarına razı olarak yani kabullenerek fiili işliyorsa olası kastla hareket ettiği kabul edilmelidir. Örneğin; A’yı öldürmek amacıyla arabasına bomba koyan fail, bombanın patlayacağı anda arabanın yanından geçen bir başka kişinin ölebileceğini öngörmektedir ancak olursa olusun diyerek kabullenmekte ve fiili işlemekten çekinmemektedir. Bu örnekte failin A ‘ya yönelik olarak doğrudan kastı, arabanın yanından geçerken bombanın patlaması sonucu ölen kişilere karşı ise olası kastının varlığı kabul edilmelidir.

Fail gerçekleşmesi muhtemel somut tehlikenin bilincindedir fakat tehlikeyi ciddiye almamaktadır.

Fail bakımından asıl amaç o kadar önemlidir ki, bu amaca ulaşmak için muhtemel neticelerin gerçekleşmesi göze alınmaktadır. Bir nevi doğrudan kastı olmasa da o fiili işlemekten geri durmamaktadır.

Olası kastın varlığı açısından gereken şartlar konusunda doktrinde çeşitli teoriler ileri sürülmüştür. Bu teoriler ;

  • Bilme Teorisi,
  • İrade Teorisi,
  • Rıza – Kabullenme Teorisi.

Bilme ( tasavvur ) teorilerine göre, neticenin meydana geleceği mümkün ( imkan teorisi ) veya muhtemel ( ihtimal teorisi ) gören ve buna rağmen hareketini yapan kişi kasten hareket etmiştir. Bu teorilerde bilme, önemli bir unsur teşkil etmektedir.

İrade teorilerine göre, bilme teorisinden farklı olarak failin bilmesinin yanında iradi olarak da neticenin meydana gelmesine katlanması olası kastın varlığı açısından gereklidir. Fail tehlikenin gerçekleşmesini ciddi olarak mümkün görmesine rağmen hiçbir tedbir almaması durumunda olası kast vardır.

Rıza – Kabullenme teorilerine göre, ne failin tipikliğin gerçekleşme tehlikesini bilmesi veya mümkün ya da muhtemel görmesi ne de neticenin gerçekleşmemesi için bir çaba içinde olamaması, tek başına olası kastın varlığı kabule yeterli değildir.  Fail tipikliğin gerçekleşmeyeceğine güven duymamaktadır, aksine gerçekleşmemesi için çaba harcamamakta olası sonuçları kabullenmektedir.

Fail tipikliğin gerçekleşme tehlikesini mümkün görecek, bu tehlikenin gerçekleşebileceğini ciddiye alacak yani gerçekleşme olasılığı yeterince yüksek görecek tüm bunlara rağmen tehlikenin gerçekleşmesini göze alacaktır. Tüm bu şartların mevcut olması halinde olası kastın varlığı kabul edilecek ve fail cezalandırılabilecektir.

Olası kastın haksızlık içeriği Türk Ceza Kanunu’nun 21. maddesinin 2. bendine göre olası kastın varlığı halinde “ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda müebbet hapis cezasına, müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmi yıldan yirmi beş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur; diğer suçlarda ise temel ceza üçte birden yarısına kadar indirilir.”

B.      TAKSİR

Türk Ceza Kanunu’nun 22. maddesinde taksir; “dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir” şeklinde tanımlanmıştır. O halde hareketi bilerek ve isteyerek yapan ancak neticeyi istemeyen failin taksir sorumluluğu vardır, denilebilir. Ceza kanunumuzda tanımlanan bir fiili istemeyerek özen yükümlülüğünün ihlali suretiyle gerçekleştiren ve bu yükümlülüklerine aykırı bir şekilde müşahede etmeyen ( bilinçsiz taksir ) veya böyle bir fiilin gerçekleşmesini muhtemel görmekle beraber neticenin meydana gelmeyeceğine yükümlülüklerine aykırı olarak güven duyan ( bilinçli taksir ) bir kimse taksirle hareket etmiş sayılır.

Suçun taksirle işlendiğinden bahsedebilmek için dikkat ve özen yükümlülüğünün ihlal edilmiş olması nedeniyle neticenin istenmemesine rağmen meydana gelmesi gerekmektedir. O halde taksirli suçların haksızlık içeriğinin oluşabilmesi için şu unsurların mevcut olması gerekmektedir;

  • Objektif özen yükümlülüğünün ihlali,
  • Tehlike durumunun gözlemlenebilirliği,
  • Neticeye sebebiyet verme.

Türk Ceza Kanunu’nun 22. maddesinin 1. Fıkrasına göre; “Taksirle işlenen fiiller kanunun açıkça belirttiği hallerde cezalandırılır.” O halde tipik haksızlığın oluşabilmesi, kanunda açıkça o suçun taksirle işlenebildiğinin belirtilmesine bağlanmıştır.

TAKSİRİN TÜRLERİ

Taksirli suçlarda failin dikkat ve özen yükümlülüğünün varlına rağmen, gereken dikkat ve özen yükümlülüğünü göstermeyerek, lüzumlu tedbirleri almayarak zararlı neticeye sebep olan kişi, neticeyi istemediği halde sorumlu tutulmaktadır.

Taksir; bilinçli taksir ve bilinçsiz taksir olmak üzere ikiye ayrılır. Bilinçsiz taksir yukarıda da değindiğimiz üzere Türk Ceza Kanunu’nun 22. maddesindeki taksire ilişkin tanımlama ile örtüştüğünden tekrar açıklamayarak taksir adlı başlığımıza atıf yapmakla yetineceğiz. Olası kastta sonuç hedef alınmamasına rağmen meydana gelme tehlikesi göze alınmakta, bilinçli taksirde ise, fail neticenin meydana gelmeyeceği inancıyla hareket etmektedir. Her iki taksir türünde de dikkat ve özen yükümlülüğünün ihlali zorunlu unsur olduğu halde, bilinçli taksirde neticenin öngörülmesi hali söz konusudur.

Bilinçli Taksir

Türk Ceza Kanunu’nun 22. maddesinin 3. fıkrasında bilinçli taksir şu şekilde tanımlanmıştır ; “Kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi halinde bilinçli taksir vardır.”.Yani kişi neticeyi öngörmesine rağmen tipik hareketi gerçekleştirmekte ancak neticenin geçekleşmesini istememektedir. Fail, neticenin meydana geleceğini bilse fiili yapmaktan imtina edecektir, ancak neticenin meydana gelmeyeceğini düşünerek tipik hareketi gerçekleştirmektedir.

Türk Ceza Kanunu sisteminde suçun bilinçli taksirle işlenmesi halinde “taksirli suça ilişkin ceza üçte birden yarısına kadar artırılır.” Madde gerekçesinde; “Böylece bilinçli taksir, iş kazalarını, trafikte meydana gelen taksirli suçları önlemek bakımından cay­dırıcı etki yapacak ve suçların önlenmesinde yarar sağlayacaktır.” şeklinde açıklama yapıldığından bu maddenin konuluş amacının, ‘yaptırımın caydırıcı etkiye sahip olması’ olduğunu anlıyoruz.

Doktrinde bilinçli taksirin, taksirin bir çeşidi olup olmadığına ilişkin çeşitli görüşler bulunmaktadır. Bir kısım yazarlara göre; failin neticeyi öngörmesi halinde taksirin söz konusu olmayacağını savunmaktadırlar. Yani öngörme halinde bilinçli taksirin değil olası kastın varlığını savunmaktadırlar. Diğer bazı yazarlar ise; yasaya uygun olarak taksiri bilinçli taksirin bir çeşidi olarak tanımlamaktadırlar.

Kanımızca da bilinçli taksir, yasaya uygun olarak taksirin bir çeşididir. Bilinçli taksir halinde fail mümkün görünen sonucun gerçekleşmeyeceği inancıyla hareket etmekte, neticeyi öngörmesine rağmen bilinçsiz taksirde olduğu gibi fiili gerçekleştirmektedir. Bilinçsiz taksirden farkı ise, bilinçli taksirde öngörmesine rağmen, bilinçsiz taksirde öngörmeme hali söz konusudur.

OLASI KAST / BİLİNÇLİ TAKSİR AYRIMI

Hem olası kastta hem de bilinçli taksirde fail neticeyi öngörmektedir. Bu iki kavram neticenin istenip istenmemesi noktasında ayrılmaktadır.

Olası kastta fail mümkün görünen, öngörülen neticenin gerçekleşmesini kabullenerek, neticenin meydana gelmeyeceğine yönelik bir güveni olmadan, ‘yani olursa olsun’ diyerek hareket etmektedir. Bilinçli taksirde ise fail öngörülen neticenin meydana gelmeyeceğine ilişkin güveni söz konusudur. Neticenin meydana gelmesini asla istememekle birlikte yeteneklerine güvenerek, fiili yapmaktan da çekinmemektedir. Bu nedenledir ki kanun koyucu, bilinçli taksirin varlığı halinde taksirli suça ilişkin verilecek cezada artırım yapılacağını belirtmiştir.

Bilinçli taksirde fail sonucu istemiş olmakla değil, sadece tedbirsiz davranmakla kınanır; bu da taksirli sorumluluğa neden olur. İsteme / istememe hakkında somut bir ölçüt verme imkanı olmamakla birlikte hakim, somut olayın özelliklerine göre bilinçli taksirin mi yoksa olası kastın mı olduğunu değerlendirmelidir.

Olası kastta fail, mümkün görünen neticeyi göze almıştır, netice onu hareketi yapmaktan alıkoymaz. Ancak fail hukuka aykırılık unsuru taşıyan neticenin gerçekleşeceğini bilseydi hareketi yapmayacaktı denilebiliyorsa bilinçli taksirin varlığından söz edebiliriz. Örneğin; çok hızlı araç kullanan bir sürücü yakınından geçen bir araca çarpma ihtimalinin kuvvetle muhtemel olduğunu öngörmesine rağmen, çarpmayacağına güvenerek hareket ediyorsa bilinçli taksir, yaya yolundaki bir kişiye çarpmak isteyen kişi yanındaki diğer bir kişiye de çarparsa asıl çarpmak istediğine karşı doğrudan kastla, yanındaki kişiye karşı ise olası kastla adam öldürme suçunu işlemiş olur.

Av. Tuğsan YILMAZ